28 Eylül 2010 Salı

Kısacık ayrılıklar

Merhaba sevgili okur,
bugün çok yakın bir arkadaşımın henüz 11 aylık oğlundan uzakta geçirmekte zorunda kaldığı bir haftaya yakın süreden sonra hissettiklerini ve oğlunda gözlemlediği değişiklikleri okudum. Bloguna yaptığım yorumdan sonra çok aklıma takıldı, acaba yanlış mı anlaşıldım diye, bu konuda yazmak istiyorum belki değişik yorumlar alabilirim...

Henüz 1,5 aylık kızımla evde yapışık ikiz gibi geziyorum. Geçen Nisan ayında tez hocam bir makale ile başvurup kabul aldığım ve 2 gün sonra başlayacak Hindistandaki bir konferanasa gidebileceğim konusunda telkinlerde bulunurken "olur mu? nasıl bırakırım memedeki bebeği 3 gün" demiştim. Demiştim demesine ama içim içimi de kemiriyordu. "Hindistan'a bir daha nerde giderim...hem de ünlü ve konusunun en iyisi akademisyenler orada olacak". Hep "acaba"lar vardı aklımda. "Bir iki günden ne çıkar canım, anneannesi benden tecrübeli, daha iyi bakılacak burada" diye kendimi kandırıp durdum ama hamileliğimin son aylarında vazcaydım. Doğum yaptıktan hemen sonra ve aslında tam da bu bir-iki hafta, doğumdan önce "acaba" diye düşünen aklıma kocaman kocaman şaşıyorum.

Sen nereye Hindistan'a gitmek el kadar bebeği bırakıp. Uyanırken bin bir yüz şekline girip aklımı alan, uyansın da emsin de büyüsün diye seyirlere daldığım, her boğazına birşey kaçırıp tıkandığında çaresizce kollarını "kurtarın" diye açan miniciğimi bırakıp nerelere? Aklıma ona herhangi küçücük birşey olacak diye getirdiğimde hüngür hüngür ağlamaya başlıyorum durup dururken. Kilo alışı sınırda diyen doktordan çıkınca koşarcasına eve gidip sabahtan akşama memede tutmak geliyor artık içimden. Değil Hindistan'a gitmek, ben doktor randevuma emzirmemle ilgili olmasaydı hiç gitmeyecektim.

Asıl bugünlerde beni kara kara düşündüren yeniyıl ile işe nasıl geri döneceğim konusu... Şu anda işe başlamak hiiç ama hiiiçç içimden gelmiyor. Hayat kavgası zorunlu kılmasa kızımın tek dakikasını kaçırmak istemiyorum. Ve biliyorum ki arkadaşım da aynen böyle hissediyor, pek çok anne gibi... Bu sürekli artan, insanın göğsünden taşan sevgi işin bir yüzü...

Bir de işin öteki yüzü, biz annelerin bebekleri hakkındaki korkuları var. "Acaba yokluğum kalıcı psilojisinde nasıl etkiler yaratır? ruhsal gelişiminde nasıl izler kalır? Aman üzülmesin, üzüntüsünü unutur mu?" gibi pek çok soru. Benim annem ben 42 günlükken işe başlamak zorun kalmış ve gün boyu sütler boşa akmış ben evde mama yerken. Bunları ben hiiiiç hatırlamıyorum ama annemin bebekliğimden hatırladığı net hatıralardan biri bu. Belli dönemlerde işi gereği hafta başında erkenden beni uyur bırakıp, cuma akşamı geceyarısı eve gelmesini gerektiren uzun görevlere giderdi. 4-5 belki 6 yaşımdaydım ve net görüntülerle bazı cuma geceleri onu caddeye bakarak beklediğimi yada gece babamla birlikte uyuduğumu hatırlarım. Bugünkü çocuk bakımı korkularımızla bu durumu günümüze bir projekte edersek: hayatımın hiç bir döneminde yalnızlıktan korkan, özgüvensiz, içine kapanık bir çocuk olmadım. Tek çocuk olmama rağmen tek başıma çok güzel oynayabilen, babaannemin muhteşem bakıcılığında eğitim kalitesi yüksek bir çocukluk dönemi geçirdim. Asosyal kelimesi de benim tanımlamalarım arasında hiç yer almadı. Ergenlik çağımda ise yazları babaannemlerin yanında bir hafta boyunca annem ve babamdan ayrı geçirirdim, sadece haftasonları onları görürdüm, liseyi de aynı şehirde fakat yatılı okudum. Görüşmelerimiz yine haftasonuna sığdırıldı. Ancak tüm bu "ksımi ayrı" yıllar üniversitede fark etmeye başladım ki hayatta bana çok farklı meziyetler kazandırmış.

Gelmek istediğim nokta şu ki; günümüz çalışan annelerinin korktukları kadar kötü bir tablonun baş karakteri olmadıkları. Sadece bebekteki özlem hissini yatıştırmak için daha çok çaba sarf etmemiz gerekiyor. Onu asla bırakmayacağımız anlatmak için kucağımızda uyutmak gerekiyorsa uyuturuz, ne yapalım?

Ama kısa ayrılıkları minicik bebekken değil belki de bebek çocuk olurken, çocuk ergen olurken onun gelişiminde pozitif bir hale sokabilecek düşüncelerim de var. Bu kısa ayrılıkları minik ödev süreçleri, yeni şeyleri kendi başına başarabilmeyi öğrenecekleri, çabalayacakları zamanlar olarak değerlendirmek belki onlara daha çok yarayabilir. Bunu şu anda düşündüğüm için aynı zamanda not etmiş oluyorum. Ben bakalım bunu gerçekleştirebilecek miyim?

Tek dileğim zorunlu kalmadıkça annelerin minik bebeklerinden hiç ayrılmaması. Kısa ayrılıklardan sonra da bol bol öpüş-kokuş dilerim hepisine...birbirlerine doyabilsinler diye. Ama biliyorum ki bu mümkün değil:) Zira ne kadar öpsen koklasan biriciğine doyamıyor insan...

minik ayrılıktan zarar gelmez, anne kalbine olur olan...

18 Eylül 2010 Cumartesi

kısa sessizlik...

Sevgili dostlar,
İlk bayramımızı kayınvalidemlerde Uzunkuyu köyündeki evlerinde geçirdik. İlk kez arabayla bu kadar uzun süre (1 saat kadar) evden uzaklaştık ve 3 gece farklı bir evde kaldık. Bunları yaptığında kızım henüz bir ayını doldurmamıştı. bayram sabahı mutlu tablolar yaşandı, büyükbabaannemiz torununun kızını gördü. Babasının dedesi de çok heyecanlandı. Halalar, teyzeler, köy pek bir şenlikliydi. Evler arasında çocuğunun elinden tutmuş o kapıdan öbürüne bayramlıkları içinde geçenler güzel bir hava oluyor. Şehirde, köyde, nerde olursa olsun iş güç bırakılıp, sanki hayat bir kaç günlüğüne dondurulup insanların birbirlerini görmesine, kakarra kikiri yapmasına izin veriliyor. Bu bayram benim gözümde böyle bir manzaraya büründü bu yıl.

Bu da bizim büyüklerimize ev gezmesi yaptığımız halimiz...

Resimdeki tatlı bıdık da yeğenim Ediz. Doğduğunda atlayıp gitmiştik sevmeye Belçika'ya, hatta düğünümüzde köyde evde bebek bakmıştı görümcem çünkü daha 6 aylıktı... o zamandan beri ancak yazları Türkiye'ye geldiklerinde görebiliyoruz. Bu bayram Su kardeşini görmeye Ediz geldi. Henüz oyun arkadaşı boyutunda olmadığı için çok sürekli bir ilgi uyandırmadı onda ama köye döndüklerinde Su da konuşup ayaklanınca daha sıcak ilişkileri olacağına eminim. Bayram boyunca Ediz "Ulaş dayıııı" diyerek eşimin peşinden ayrılmadı, güreştiler, kızma birader oynadılar araba yıkadılar, top oynadılar tüm gün yapışık ikizler gibi gezdiler:) Ama sayılı gün çabuk geçiyor. Ne zaman gelecekler derken, biz dönüverdik ve onlar da bugün evlerine dönüş yolundalar...
Kısa süre daha sessiz kalacağım çünkü Hindistan'daki konferansa yetiştirmem gereken bir sunuşum var. Ama tabii ki size kızımdan bahsetmek için can atıyorum:)
şimdilik görüşürüüzzz...

1 Eylül 2010 Çarşamba

Zaman SU gibi akıyor:)

Merhabalar,

"Su" kelimesini gündelik hayatta ne kadar farklı yerlerde ve ne kadar sık kullandığımızı hamileyken de çok düşünmüştüm ama iş ciddiye binip de nüfus kağıdı elimizdeyken daha bir farklı. Su'lu espri yapmıyoruz mesela evde:)Sonra "sucuğum benim" diye sevmiyoruz kızımızı:) Sürekli ona Su kızım diye şarkı söylüyorum. Su perim, beni beste ve söz yazarı yaptı... Sanırım absürd doğaçlamalarımdan kaçarıyor ve ev halkının omzunda uykusu daha bir güzel geliyor...

Bir kaç gündür huyu değişti kızımın, emdikten sonra uykuya dalmakta güçlük çekiyor. O güçlük çektiği için ailecek güçlük çekiyoruz. Doğal olarak ben uyuyamıyorum o ağlarken. Ulaş uykusuz kalacak diye tedirgin oluyorum. Annem sabahları ev turu attırıyor, kahvaltı sonrası yemeğinden sonra yine uyumayınca dedesi devreye giriyor. Bakalım bu süreç ne kadar sürecek...

Ben evdeki herkesin uyuduğu (kızımın bu ekibe dahil olması ve benim tok durumda olmam zor denk getirebildiğim bir durum) bu kısa aradan faydalanıp hızlı bir banyo yapacağım. Sizlere Su perimin fotoğrafıyla hoşçakalın diyorum. Kuzguna yavrusu anka göründüğü için midir nedir, bana güzel geliyor...

Sürekli çocuğundan bahseden annelere dönüştüm. Belki annelik bunu getiriyor, oh ne de güzel getiriyor:) Söz bir daha ki sefere değişik bir konu bulacağım (hep bunu düşünüp yine Su ile ilgili yazmış olarak bitirmekten korkuyorum:)
Sevgiler. (Resimdeki örtüsü benim doğduğumda kullandığım örtüm - yaklaşık 30 yıllık bir pazen...)